İnanç ile Din kavramlari farklı kavramlardır.
DİN toplumsal hayatı duzenlemek için zorunlu sebeplerden doğan ve akl’i çabalar ile ortaya çıkmadığı için AKIL ile temellendirilemez.
Ancak İNANÇ zorunlu sebeplerin ortaya çıkarmadığı ve bireyin evreni,doğayı ve insani anlama çabaşı olan felsefik düşünsel yogunlaşmanın ürünüdür.
DİN toplumsal yaşamı düzenlemek için eski toplumların bir doktrin üzerine şekillendirdiği geleneksel, örf-i ve şerri kurallar bütünüdür.
Ancak İNANÇ toplumsal yaşamı düzenlemek ile ilgilenmeyip,daha çok bireyin bilişsel ve zihinsel yapısı ile ilgilenir.Bireye hayata dair bir bakış açısı ve yorumlayış özelliği kazandırır.
Presokratik dönem (Doğa) filozoflarının hepsi varlığın nasıl meydana geldiğine yönelik zihinsel çaba icerisindeydiler,herhangi bir DİN’e mensup değildiler (Bundan dolayı,onlara DİNSİZ deniliyor 🙂 ) ancak bir inanc’ın peşinde hakikate düşünerek ulaşmaya çalışıyordular.
Mesela..
Thales varlığın SU’dan meydana geldiğini,Anaksimenes varlığın HAVA’dan meydana geldiğini,Heraklieltos varlığın ATEŞ’ten meydana geldiğini,Empedokles’te TOPRAK öğesini katarak varlığın 4 ana oğesini 2600 yıl önce buldular.
Aristoteles ise onların bu görüşlerini sistemli hale getirerek bu 4 ana elementi bir araya getiren FAİL NEDEN,FORMEL NEDEN,EREKSEL NEDEN,MADDİ NEDEN olmak üzere 4 nedenle sistemli hale getirmiştir.
Bu görüşler İslam’a ters değildir,çünkü orta çağ İslam filozoflarından FARABİ,Aristoteles’in bu düşüncelerini İslam ile uzlastirarak,İslam coğrafyasında bilimsel gelişmelerin ortaya çıkmasına öncülük etmiştir.
Zaten toplumsal yaşantımız DİN’de değil,İnançta gelişen ilerleme ile günümüz modern teknolojisini olusturmuştur.
Hulâsa demek istediğim bana göre İSLAM bir DİN’den çok İNANÇ biçimidir.
Kadir CANTÜRK