Münafık inancını bile temsil etmekten aciz bir varlıktır. İradesindeki bu acziyet, kendisini rol yapmak zorunda kalan oyuncuya çevirir. Çok iyi rol yapmayı bilen bu tehlikeli yaratıkların potansiyel tehditler taşıdığını da unutmamak gerekir.
İşte tam bu noktada Allah, münafıkların nasıl sinsi ve adi bir ihanet biçimine evrileceği konusunda müminleri uyarmıştır. Kur’ân, bunların içyüzlerini deşifre ederek zihniyetlerini analiz etmiştir. “Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onların canlarını alsın. Nasıl bu hale geliyorlar?”
Münafık sahip olduğu bu negatif karakterden dolayı tanınamaz, yaşaya bilmek için kendine bir erdem öğretisi uydurur. Gizlenmenin ikliminde bu öğretiye göre yaşar. Bu sebeple tavrı bulanıklaşır. İtirazı itiraz, itaati itaat değildir. O varlığının teminatı olarak özgür iradeyi değil, güç ve iktidara göre şekillenmeyi seçer. Bu, münafığın en tehlikeli yönüdür. Çünkü en acımasız düşmanlar sinsi karakterli bu tiplerinden çıkarlar.
Münafık zaafından dolayı gizlenir ama onun tehlikeli tarafı da gizlediği sadece inancı değil,aynı zamanda kin ve öfkesidir. Zira fırsat bulduğunda veya zamanı geldiğinde içinde bulunduğu yapıyı darmadağın eder.Fitne ve fesat çıkarır, iftira ve ihbar eder. Hizip olur, böler ve nihayetinde karşı tarafa geçerek yıkımı zevkle seyreder.
Bu münafıklara karşı şimdiden ‘siz artık bu davanın temsilcileri değilsiniz, bu davaya zarar veriyorsunuz’ denilmezse korkarım yarın çok geç olabilir.