Kimi insanlar zalimlerden çekindiği için, yahut güç yetiremediği için yahut pes ettiği için zalimi hedefinden çıkarıp dini hedefine koyar. Rahatlamak için Allah’a, peygambere ve Kitaba saldırmaya, alay, eğlence, hiciv ve ironi konusu yapmaya başlar. Kendince bir suçlu (!) tespit edip kendine zulmedenlerin acısını bu şekilde çıkarmaya çalışırlar. Allah’a, peygambere, dine ve Kitaba yaptığı hakaretleri zalimlere yapsa bunun sonuçlarının çok ağır olacağını hissederek öfkesinin yönünü değiştirmeyi tercih ederler. Bu acziyetlerini örtmek için de yaptıklarını bir aydınlanma ve aydınlatma ambalajı içinde sunmaya çalışırlar.
Bazen de bunu bir birikim, bir özgürlük, bir çağdaşlık, bir donanım, yahut bir popüler kültür kıvamında sergilerler. Zirvelere çıkıp avama akıl öğreten bir aydın havasını tutturmaya çalışırlar. Böylece büyük bir misyonla donandıklarını zannederler. Milyarlarca insanın iman ettiği Allah’a, peygamberlere, ve kitaplara hakaret ederken bu milyarlarca insandan daha üstün bir seviyeye geldiklerini zannederler. Böyle bir düzeysizliği zirve zannedecek kadar sapıkça bir psikolojiye sahiptirler. Milyarlarca insanın iman ettiği Yaratıcıya hakaret etmek gibi bir görgüsüzlüğü marifet sanırlar. Kimisi, troller gibi belli bir görev, amaç veya menfaat karşılığında bunu yaparken kimisi de sadece onlara özenmek, onlara benzemek ve onların kabul ve onaylarını almak için bunu gönüllü olarak yaparlar. Gönüllü olarak yapanlar genelde daha önce dine bağlı olup sonradan mahallesini terk edenlerdir. Bu yüzden yeni mahallelerinde kabul görmek ve statü edinmek için eski mahallelerine seviyesizce saldırırlar. Adeta yeni mahallelerinin mensuplarına; “bakın ben sizden bile daha saldırgan ve cürretkârım, ben, sizin bile cesaret edemediğiniz seviyesizlikleri yapabiliyorum” sinyalini vermeye çalışırlar. Bu seviyesizlikte henüz sonradan görme durumunda oldukları için öncekileri patavatsızca sollamaya çalışırlar. Öncekilerin bile aşmaya cesaret edemedikleri bir takım çizgileri aptalca aşmaya çalışırlar. Zalimler bundan çokça hoşnut olurlar çünkü mazlumların kendilerine yönelmesi gereken öfkesinden böylece kurtulmuş olurlar. Bu öfke artık yön değiştirip zalimlerden vazgeçip dine doğru bir yol almaya başlar.
Kimisi de zalimlerin zulmüne karşı gelip bunun mücadelesini vermek yerine bu zulme karşı gelme işini Allah’a tevdi etmeye çalışırlar. Hiçbir şey yapmayıp sabah akşam lanet ve beddua ederler. Böylece görevlerini yerine getirdiklerini düşünüp rahat rahat uyurlar. Bazen de zalimi destekleyip zulmün kalkması için Allah’tan yardım isterler. Adalet konusunda en küçük bir hassasiyet göstermeyip dindeki adaleti anlatmaya çalışırlar. Hatta çeşitli ırk, renk, dil, cinsiyet, mezhep ve coğrafi öğeleri ölçü edinir ve kendilerine benzemeyenlere zulmetmenin, onları öldürmenin, mahrum etmenin, ötekileştirmenin, aşağılamanın, yok saymanın ve haklarını gasp etmenin meşru ve gerekli olduğuna inanıp bu zulmün başarıya ulaşması için de Allah’tan muvaffakiyet dilerler.
Din adına bu vahşeti yapanlar, birinci kategorideki insanları doğururken, dini alay ve eğlence konusu yapanlar da ikinci kategorideki insanları doğuruyor. Bu iki grup birbirini doğuruyor, birbirini besliyor ve birbirini büyütüyorken birbirine karşı mücadele ettiklerini sanıyorlar. Köprünün bir yanından düşmekle karşı yanından düşmek arasında fark yoktur. Her iki taraftan düşenler köprünün altında yani en düşük seviyesinde bir araya gelirler. Köprü yüksek bir seviyedir. Köprüden düz geçenlerin de karşıdan gelenlerin de bu seviyeden düşmemesi icap eder.
Z. Abidin Toprak