Bugün 1 Mayıs. İşçi ve emekçi sınıfının, alnının teriyle dünyayı döndürenlerin, yerin altından kömürü çıkaran ellerin, gece gündüz fabrika dumanları arasında üretim yapanların günü… Ama dönüp bakıyorum da acaba gerçekten onların günü mü? Yoksa yalnızca bir avuntu mu? Sokaklarda pankartlarla, sloganlarla kutlanan ama ertesi gün unutulan, bir öteleme mi? Hayır, bugün gerçekten işçilerin mi?
Etrafımıza bakalım. Hangi işçi, hangi emekçi gerçekten hak ettiği yaşamı yaşıyor? Birçoğu, sabahın köründe kalkıp işe gitmek için yola düşüyor. Bazıları karın tokluğuna, bazıları ise bir tık üstüne, hayal kırıklıklarıyla örülü bir devranı tamamlamaya çalışıyor. İnsanca yaşamdan çok uzak, yalnızca hayatta kalma mücadelesi veren koca bir sınıf… Çalışıyorlar, üretiyorlar, yoruluyorlar, fedakarlık yapıyorlar ama bir türlü umut edilen bahar gelmiyor, gelir dağılımındaki adaletsizlik yerinde duruyor, koşullar ağırlaşıyor. Umut kuyusu kuruyor.
Bugün 1 Mayıs meydanlarına çıkan işçilerin gözlerine bakın. Yılların yorgunluğu üzerlerine sinmiş, yüzlerine derin çizgiler kazımış. Emeğin sömürülmesine refleks gösteren bu insanlar yalnızca hak ettiklerini istiyorlar: adil ücret, insanca çalışma koşulları, geleceğe umutla bakabilmek… Ancak, duygusuz mekanizmalarda çarkların arasında ezilmeye ve isteklerinin görmezden gelinmesine o kadar alıştırılmışlar ki umut etmek bile cesaret ister olmuş.
Sistem işçiyi yalnızca bir “maliyet kalemi” olarak görüyor. İnsanı var eden emeği, bir rakamdan ibaret kılıyor. Maaşlar en düşük seviyede tutuluyor, çalışana “şükür” öğretiliyor, hak arama çabası susturuluyor. Asgari ücretle çalışan bir baba, evine ekmek götürmek için kendi ihtiyaçlarından feragat etmek zorunda kalıyor. Okula gitmesi gereken küçücük bir çocuk, mecburen bir atölyede büyüyor. Emekli olmayı bekleyen bir anne, bir ömür dişinden tırnağından arttırmasına rağmen, “emekli maaşımla nasıl geçineceğim” diye geçiriyor içinden.
Oysa insan yalnızca “hayatta kalmak” için çalışmamalı. İnsan, ürettiğiyle değer kazandığı kadar, bu üretimin karşılığını da almalı. Çalışmak insan onurunun ta kendisiseyse eğer, emeğin karşılığını almak ve bu çarklar arasında ezilmemek de en temel hakkı olmalı. Yolda geceden kalan simitleri toplayan bir işçinin emeğini yarım bırakılmamalı. 12 saat mesai yapan bir çalışanın, gözlerini yorgunluktan ovuştururken “Ben neden yaşıyorum? Yaşam bu mu gerçekten?” gibi soruları aklından geçirmemesi için insanca bir düzen kurulmalı.
Peki neden olmuyor? İşte asıl sorun burada başlıyor. Çalışanların emeğinden fayda sağlayan düzenin öznesi, çalışanlar değil. İşveren, patron, kapitalizm, yönetim… Adını ne koyarsak koyalım, işçiyi yalnızca bir araç olarak gören bu sistem, her yıl 1 Mayıs’ı bir temsilden ibaret bırakıyor. Bu kutlamaların ardından işçi yine hak arayışını yalnız sürdürüyor, yine köşesine çekilip çalışmaya devam ediyor, yine unutuluyor. Geriye yalnızca bir gün ışığı görmek için aylarca karanlığa mahkum olan işçi kalıyor.
Ancak bu çaresizlik sonsuza dek sürebilir mi? Hayır. Dışarıdan ne kadar umutsuz gözükürse gözüksün insan, emeğini ve alın terini savunacak iradeye sahip. Tarih, hak aramanın imkansız gibi göründüğü dönemlerden bile doğan devrimlerin tanığıdır. İşçi sınıfı yalnızca birleştikçe güçlüdür. Hak, alınmayı beklemez; talep edilir. Umutsuzluk yalnızca bir öğrenilmiş çaresizliktir. Ve her karanlığın ardından bir aydınlık geliyorsa eğer, bu aydınlık ancak dayanışma, örgütlenme, adalet ve kararlılıkla gerçekleşecektir.
Şimdi tam sırasıdır, yılın 364 günü umutsuzluğun esiri olmuş işçinin bir günü vardır, o da 1 Mayıs. O gün kutlama değil, haykırma günüdür. Sömürüye karşı iradenin günü… Çaresizlik yakarışına bir ders gerekir çünkü. Sistem çarkları arasında kaybolan işçi sınıfı, kendi çarklarını kurduğu gün bu düzen değişecektir.
Unutmayalım ki sistem güçlü olabilir, ama çalışmadan dönen hiçbir çark, çalışanın özverisi olmadan bir anlam ifade etmez. Değişim, umutsuzluğu umuda çevirmekle başlar. İşçi sınıfı artık yalnızca geçmişin haykırışını değil, geleceğin devrimini taşımalıdır ellerinde. Bu mücadele, yalnızca işçilerin değil, aynı zamanda insanlığın onuruna sahip çıkma mücadelesidir.
Bugün 1 Mayıs. Emeğinizin, alın terinizin ve hak ettiğiniz geleceğin sesinin yankılandığı bir gün olsun. Çünkü bu sesi sizden başka kimse çıkarmaz. Ve unutmayın, umut, yalnızca teslim olmayanların yoldaşıdır.
Serdar ÖZDEMİR