Türkiye’nin en büyük meselelerinden biri olan Kürt sorunu, yıllardır süren çatışmalar, ölümler, zorunlu göçler ve köy yakmalarla hafızalara kazınmış bir trajedidir. Bu süreçte on binlerce insan hayatını kaybetmiş, milyonlarca insan evini terk etmek zorunda kalmış ve devletin güvenlik politikaları ve PKK ile girilen çatışmalardan ötürü köy yakmalar yaşanmıştır. Bu acılar, sadece Kürt halkını değil, tüm Türkiye’yi derinden sarsan insani bir yara olarak hafızalarda yer edinmiştir.
Ancak bu yarayı iyileştirmeye yönelik her adımda, sistemin farklı bileşenlerinin barış sürecini baltalama çabaları görülmektedir. Özellikle ana akım medya, barışın sağlanması için önemli olan diyalog ve çok sesliliğe gereken hassasiyeti göstermemektedir. Son olarak 27 Şubat’ta Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’ndan PKK’ya yönelik silah bırakma ve fesih çağrısı yapması, medya üzerindeki baskıyı ve sansürü bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bu açıklamanın okunduğu sırada, Ahmet Türk’ün Kürtçe olarak mesajı aktarması, Sözcü TV tarafından “bilinmeyen bir dil okunuyor” şeklinde küçümsenmiş, Haber Türk ve NTV gibi kanallarda ise sansüre uğramıştır. Oysa ki bu ülkenin milyonlarca yurttaşının anadili olan Kürtçe, yıllardır yok sayılmakta, resmi kurumlarda yer bulamamakta ve medya tarafından marjinalleştirilmektedir.
Bu tavır, sadece Kürtçe konuşanlara yönelik bir saygısızlık değil, aynı zamanda barış sürecine yapılan bir darbedir. Oysa Türkiye’de farklı kimliklerin ve dillerin varlığı inkâr edilmeden bir arada yaşamanın yolları aranmalıdır. Kürtçe’nin medyada yer bulmaması, milyonlarca insanın kültürel kimliğinin ve varlığının yok sayılması anlamına gelmektedir.
Bu duruma tepki gösteren isimlerden biri de Haber Türk kanalına katılan 25. ve 26. Dönem AK Parti Mardin Milletvekili ve AK Parti MKYK Üyesi Orhan Miroğlu oldu. Miroğlu, Kürtçeye yönelik tahammülsüzlüğe isyan ederek, Ahmet Türk’ün Kürtçe mesajının sansürlenmesine tepki gösterdi. Kürtçe mesajın yayınlanmamasını savunan Haber Türk yazarı Nasuhi Güngör’e sert çıkışan Miroğlu, bu tutumun Türkiye’de barışın önünü tıkadığını ve Kürtlerin kimliğini inkâr eden bir anlayışı yansıttığını ifade etti. Miroğlu, “Bu ülkenin milyonlarca insanı Kürtçe konuşuyor. Barış sürecinin bir parçası olan bir açıklamanın Kürtçe olması neden bu kadar büyük bir sorun haline getiriliyor? Kürtçe bu ülkenin dillerinden biridir ve artık buna saygı duymak zorundayız” diyerek ana akım medyanın ayrımcı yaklaşımını eleştirdi.
Bunun en büyük sebeplerinden biri de çatışmalardan beslenen ve bu süreci bir rant kapısı olarak gören odaklardır. Türkiye’nin uzun yıllardır içinde olduğu bu çatışma ortamı, bazı kesimler için büyük bir ekonomi oluşturmuştur. Silah tüccarları, güvenlik sektörüne yatırım yapanlar, çatışmalar üzerinden siyasi kariyer inşa edenler ve medyada savaş politikalarını destekleyerek reyting kazananlar, bu kandan beslenen gruplar arasında yer almaktadır. Barış süreci ilerledikçe bu grupların rant kapıları kapanacağından, medya aracılığıyla süreci baltalamak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Ana akım medya, barışı teşvik etmek yerine, kutuplaşmayı derinleştiren ve nefret söylemini körükleyen bir yayın politikası izlemektedir. Oysa basının görevi, toplumu bilgilendirmek, farklı görüşleri objektif bir şekilde yansıtmak ve halkın barışa ulaşmasına yardımcı olmaktır. Kürtçe bir açıklamanın “bilinmeyen bir dil” olarak küçümsenmesi, Türkiye’de hala barışın ne kadar uzak bir hedef olduğunun kanıtıdır.
Barışa giden yol, hakikatin cesurca dile getirilmesinden, halkların birbirini anlamasından ve medya başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin bu sürece destek vermesinden geçmektedir. Kürtçe’nin medya kanallarında sansürlenmesi, geçmişin kanlı defterlerinin tekrar açılmasına sebep olabilir. Eğer gerçekten barış isteniyorsa, her şeyden önce bu dili konuşan insanlara ve onların kültürel haklarına saygı gösterilmelidir. Türkiye’nin gerçek barışa ulaşabilmesi için ana akım medya, savaşın değil barışın sesi olmalıdır.
Serdar ÖZDEMİR