Ajans News Haber

Barış Çağrısı: Demokrasi Platformu’nun Bildirisi
183 Okundu
31 Ağustos 2025 - 13:49

Türkiye’nin siyasi tarihinde önemli bir yer tutan eski bakanlar, siyasetçiler, hukukçular ve akademisyenlerden oluşan Demokrasi Platformu’nun 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle yayımladığı “Barış Çağrısı” başlıklı bildiri, ülkenin içinde bulunduğu toplumsal ve siyasi atmosfere yönelik dikkate değer bir müdahale olarak öne çıkmaktadır.1 Bu çağrı, sadece sembolik bir günde yapılmış bir temenni olmanın ötesinde, Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasi ve toplumsal uzlaşı konularında derinleşen endişelerin bir yansımasıdır. Bu raporun temel tezi, söz konusu “Barış Çağrısı”nın, aynı grup tarafından daha önce kamuoyuna duyurulan ve çok daha ayrıntılı, somut eleştiriler ve çözüm önerileri içeren “Adalet Çağrısı” başlıklı metnin üzerine inşa edildiğidir.2 Dolayısıyla, barış talebi, adaletin tesisi için yapılan daha kapsamlı bir eleştirinin ayrılmaz bir parçası ve nihai hedefi olarak konumlandırılmaktadır.

Bildirinin imzacılarının profili, bu girişimin siyasi ağırlığını ve niteliğini belirleyen en önemli unsurdur. Aralarında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) kurucularından ve eski Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır, eski Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Hüseyin Çelik, eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç gibi isimlerin bulunması, eleştirinin “içeriden” ve devletin en üst kademelerinde görev yapmış figürler tarafından dile getirildiğini göstermektedir.2 Bu durum, platformun sesini tipik bir muhalefet söyleminden ayırarak, ona farklı bir meşruiyet ve ciddiyet katmaktadır. İmzacılar, siyasi yelpazenin farklı noktalarından gelmelerine rağmen, hukukun üstünlüğü ve temel haklar gibi evrensel ilkeler etrafında birleşerek, mevcut siyasi kutuplaşmanın ötesinde bir duruş sergilemektedirler.

Bu analizin amacı, Demokrasi Platformu’nun bu iki aşamalı müdahalesini derinlemesine incelemektir. İlk olarak “Barış Çağrısı”nın metinsel analizi yapılarak temel argümanları ve retorik stratejisi ortaya konulacak, ardından bu çağrının felsefi ve siyasi temelini oluşturan “Adalet Çağrısı”nın somut eleştirileri ve reform önerileri detaylandırılacaktır. İmza sahibi kilit isimlerin siyasi geçmişleri ve bu birlikteliğin ne anlama geldiği analiz edilecek, platformun kendisinin niteliği ve potansiyeli tartışılacaktır. Son olarak, bu çağrının Türkiye’nin güncel siyasi bağlamı içindeki yeri, benzer sivil toplum girişimleriyle karşılaştırması ve ülkenin demokratik geleceği açısından taşıdığı potansiyel etkiler değerlendirilecektir. Bu bütüncül yaklaşım, “Barış Çağrısı”nı anlık bir siyasi gelişme olarak değil, Türkiye’nin adalet, demokrasi ve toplumsal barış arayışındaki daha geniş bir mücadelenin önemli bir durağı olarak konumlandırmayı hedeflemektedir.

Bu iki bildiri, aslında birbiriyle iç içe geçmiş, sofistike bir iletişim stratejisinin ürünleri olarak görülebilir. “Adalet Çağrısı”, hukuki ve teknik detaylarla donatılmış, ülkedeki sistemik sorunlara parmak basan, kanıta dayalı bir iddianame niteliğindedir ve daha çok politika yapıcılar ile konuya hakim çevreleri hedeflemektedir.2 Buna karşılık “Barış Çağrısı”, daha evrensel, duygusal yankısı yüksek ve kolay anlaşılır bir dille kaleme alınmış, 1 Eylül gibi sembolik bir günde yayımlanarak geniş kamuoyunun ve medyanın dikkatini çekmeyi amaçlayan bir metindir.1 Bu iki aşamalı yaklaşım, platformun hem entelektüel derinliğe sahip bir meşruiyet zemini oluşturma hem de mesajını geniş kitlelere ulaştırma hedefini bir arada güttüğünü göstermektedir. “Barış Çağrısı”, daha karmaşık ve teknik olan adalet taleplerine bir giriş kapısı işlevi görmektedir.

“Barış Çağrısı”nın Anatomisi: Ulusal Uzlaşı İçin Bir Niyaz

Demokrasi Platformu’nun 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde yayımladığı “Barış Çağrısı”, içeriği ve üslubu itibarıyla dikkatli bir metinsel analizi hak etmektedir. Bildiri, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu “büyük bir ümitsizlik ve hayal kırıklığı” olarak teşhis etmekte ve “umut” ile “güven” gibi temel kavramların artık mumla arandığını vurgulamaktadır.1 Bu karamsar tablonun ardından, metin, bu durumun değiştirilmesinin mümkün olduğu yönünde güçlü bir iyimserlik sunar. Çağrının merkezinde, somut politika önerilerinden ziyade, bir zihniyet, söylem ve bakış açısı değişikliği teklifi yer almaktadır. Platform, “Sadece bakış açımızı, ufkumuzu ve söylemimizi değiştirerek” ve “izanımızda ve vicdanımızda iki kelimenin yerini içtenlikle değiştirerek” inanılmaz bir dönüşümün yakalanabileceğini öne sürmektedir.1 Bu iki kelime, “savaş” ve “barış”tır. “Savaş” kelimesinin yerine “barış”ı koyarak yeni bir geleceğin inşa edilebileceği fikri, bildirinin ana eksenini oluşturur.

Metnin retorik yapısı, suçlayıcı ve partizan bir dilden bilinçli olarak kaçınarak, birleştirici ve neredeyse manevi bir ton benimsemektedir. Bu stratejik bir tercihtir ve çağrıyı siyasi polemiklerin üzerine taşıyarak, onu basit bir muhalefet söylemi olarak etiketlenip göz ardı edilmesini zorlaştırmayı amaçlar. Kriz, sadece siyasi bir sorun olarak değil, aynı zamanda ahlaki ve psikolojik bir buhran olarak çerçevelenmektedir. Bu yaklaşım, metnin daha geniş bir kitleye hitap etmesini sağlar ve muhataplarını “barış” kavramının kendisine karşı çıkmak gibi savunulması zor bir pozisyona iter.

Bildiri, Türkiye’nin tarihsel mirasına ve jeopolitik konumuna özel bir vurgu yapar. “Biz bir imparatorluk kültürünün mirasçıları olarak tümünü tanıyor, birlikte yaşama geleneğinden geliyoruz” ifadesiyle Türkiye’nin çok kültürlü geçmişine atıfta bulunulur.1 Ülkenin “hem Avrupalı hem Ön Asyalı” kimliği, ona bölge ve dünya barışı için “eşsiz görev ve sorumluluklar” yüklediği belirtilir. Bu argüman, iç barışın sadece ulusal bir mesele olmadığını, aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası alanda oynayabileceği yapıcı rolün de bir ön koşulu olduğunu ima eder. Metne göre, Türkiye’nin barışı sağlaması, “İslam korkusuyla Avrupa’da yükselen faşizmi de Batı karşıtlığıyla körüklenen radikalizmi de” önleyebilecek bir potansiyele sahiptir.1 Bu, içe dönük bir barış çağrısının ötesinde, küresel bir vizyon sunma çabasıdır.

Çağrının son bölümü, geleceğe yönelik umut dolu ve şiirsel bir dille kaleme alınmıştır. “Büyük bir imparatorluğun küllerinden büyük bir barış ülkesi yaratalım. Zümrüdüanka kuşu gibi yeniden açalım kanatlarımızı, yükselelim” ifadeleri, ulusal bir yeniden doğuş ve diriliş metaforu kullanır.1 Kaynakların savaş ve çatışma yerine barışı, doğayı, bilimi ve kültürü geliştirmek için kullanılması gerektiği belirtilir. Bu vizyon, bildirinin genel felsefesini özetler: Barış, sadece çatışmasızlık hali değil, aynı zamanda toplumsal refahın, gelişmenin ve huzurun temelidir. Metnin bu aspirasyonel ve kapsayıcı dili, onu doğrudan siyasi eleştiriler içeren “Adalet Çağrısı”ndan ayırır ve daha geniş bir toplumsal mutabakat arayışının ifadesi haline getirir.

Çağrının Mimarları: Eski İçeriden İsimlerin Koalisyonu

Demokrasi Platformu’nun yayımladığı bildirilerin siyasi ağırlığı, büyük ölçüde imza sahiplerinin kimliklerinden ve kolektif geçmişlerinden kaynaklanmaktadır. Bu isimler, rastgele bir araya gelmiş muhalif figürler değil, Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde devletin ve iktidar partisinin en tepe noktalarında bulunmuş, “içeriden” olarak nitelendirilebilecek aktörlerdir. Onların siyasi yolculukları ve bugün adalet ve barış talebiyle bir araya gelmeleri, Türkiye’deki siyasi dönüşümün ve kırılmaların anlaşılması açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu koalisyon, farklı siyasi geleneklerin bir araya geldiği stratejik bir yakınlaşmayı temsil etmektedir.

Bu koalisyonun yapısı incelendiğinde, tek bir siyasi fraksiyonun yeniden bir araya gelmesinden ziyade, farklı kökenlerden gelen ancak temel demokratik ilkeler konusunda ortak bir endişeyi paylaşan isimlerin yeni bir birliktelik oluşturduğu görülmektedir. AK Parti’nin kurucu ve reformist kanadını temsil eden Hüseyin Çelik ve Ertuğrul Yalçınbayır gibi isimlerin, geleneksel merkez sağ siyasetten gelen Bahattin Yücel ile, devletin en üst yargı bürokrasisinin zirvesini temsil eden Haşim Kılıç ve liberal akademi geleneğinden gelen Doğu Ergil ile aynı metne imza atması, bu durumun en net göstergesidir.4 Bu ideolojik çeşitlilik, platformun eleştirilerini dar bir parti veya grup çıkarı temelinden çıkarıp, hukukun üstünlüğü gibi evrensel ilkeler zeminine oturtma çabasını yansıtmaktadır. Bu geniş taban, grubun belirli bir siyasi etiketle kolayca yaftalanıp göz ardı edilmesini engellemekte ve dile getirilen krizin, eski siyasi rakipleri bile bir araya getirecek kadar ciddi olduğu mesajını vermektedir.

Aşağıdaki tablo, platformun önde gelen bazı imzacılarına dair temel bilgileri ve onların bu bildiriye kattığı sembolik ve siyasi değeri özetlemektedir. Bu tablo, grubun kolektif uzmanlığının ve siyasi tecrübesinin ne denli geniş bir yelpazeyi kapsadığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

İsimEn Önemli Görev(ler)iTemel Siyasi Bağlantıları/YolculuğuBildiriye Katkısının Önemi
Ertuğrul YalçınbayırBaşbakan YardımcısıAK Parti kurucu üyesi, eski bakan. Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Anavatan Partisi’nde de siyaset yaptı.4AK Parti’nin kuruluş felsefesindeki “adalet ve kalkınma” idealini temsil eder; eleştirilere “kurucu irade” perspektifinden bir meşruiyet katar.
Bahattin YücelTurizm BakanıAnavatan Partisi’nden (ANAP) bakanlık yaptı, daha sonra farklı partilerde bulundu. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanlığı yaptı.5Geleneksel merkez sağ siyasetin ve iş dünyasının endişelerini temsil eder. Uluslararası ilişkiler ve Türkiye’nin dış dünyadaki imajı konusundaki kaygıları dile getirir.
Hüseyin ÇelikMilli Eğitim Bakanı, Kültür BakanıAK Parti kurucu üyesi, eski bakan, parti sözcüsü ve genel başkan yardımcısı. Siyasete Adalet Partisi ve Doğru Yol Partisi’nde başladı.6AK Parti’nin entelektüel ve kurucu çekirdeğinden bir isim olarak, eleştirilere güçlü bir “içeriden” meşruiyet ve derinlik kazandırır.
Haşim KılıçAnayasa Mahkemesi BaşkanıSayıştay üyeliğinden Anayasa Mahkemesi üyeliğine ve başkanlığına yükseldi. Kritik siyasi davalar döneminde mahkemenin başındaydı.7Yargının en tepe noktasını temsil eder; hukuki ve anayasal çürümeye dair iddialara en üst düzeyde bir ağırlık ve inandırıcılık katar.
Doğu ErgilSosyoloji ve Siyaset Bilimi ProfesörüAkademisyen, yazar. Kürt sorununun çözümü için kurulan “Akil İnsanlar Heyeti”nde yer aldı.8Akademik ve sivil toplum perspektifini temsil eder. Toplumsal barış süreçleri ve toplumsal bölünmeler konusundaki uzmanlığıyla çağrıya entelektüel bir zemin sunar.

Bu figürlerin bir araya gelmesi, Türkiye’de siyasetin sadece mevcut iktidar-muhalefet ekseninde sıkışmadığını, aynı zamanda sistemin temel işleyişine dair endişe duyan, devlet tecrübesine sahip aktörlerin oluşturduğu yeni bir eleştirel odağın ortaya çıkmakta olduğunu göstermektedir. Bu, partizan siyasetin ötesinde, devletin temel direkleri olarak görülen adalet ve liyakat gibi kavramlar etrafında şekillenen bir “devlet aklı” arayışının veya uyarısının bir ifadesi olarak okunabilir.

Eleştirinin Temeli: “Adalet Çağrısı”nın Deşifresi

Demokrasi Platformu’nun “Barış Çağrısı”, geniş kitlelere yönelik bir umut ve uzlaşı mesajı sunarken, bu çağrının entelektüel ve siyasi omurgasını, grubun daha önce yayımladığı “Adalet Çağrısı” başlıklı kapsamlı metin oluşturmaktadır. Bu metin, Türkiye’deki mevcut sorunların kökenine dair net bir teşhis koyar: “Tüm sorunlarımızın temeli adaletsizliktir”.2 Bu temel tespitten hareketle bildiri, ülkenin hukuk ve yönetim sistemindeki yapısal bozulmaları ayrıntılı bir şekilde analiz eder ve somut çözüm önerileri sunar. “Adalet Çağrısı”, “Barış Çağrısı”nın soyut ve felsefi dilinin aksine, son derece somut, teknik ve eleştirel bir dille kaleme alınmıştır.

Bildirinin merkezinde, Türkiye’de hukuk devletinin fiilen askıya alındığı iddiası yer almaktadır. Özellikle 2017 Anayasa değişikliği ile yürütme erkinin “kişiselleştiği”, yasama ve yargının ise fiili olarak yürütmenin yönlendirmesi ve kontrolü altına girdiği belirtilmektedir. Bu durum, demokrasinin temeli olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin, yerini “kuvvetler birliği”ne bıraktığı şeklinde yorumlanmaktadır.2 Bu yapısal eleştiri, metnin en temel argümanıdır ve diğer tüm sorunların bu merkezden kaynaklandığı ima edilmektedir. Anayasa’nın açık hükümlerine rağmen Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına sıkça uyulmaması, hukukun üstünlüğünün erozyona uğradığının en bariz kanıtlarından biri olarak sunulur.2

Metin, genel eleştirilerin ötesine geçerek, hukukun üstünlüğünü zedeleyen spesifik uygulamaları da tek tek sıralar. Bunlar arasında; makul gerekçelerden yoksun tutuklamalar, “iltisak” ve “irtibat” gibi muğlak kavramlar veya gizli tanık beyanları kullanılarak yeni suçlar ihdas edilmesi, mahkeme kararı olmaksızın mal varlıklarına el konulması gibi uygulamalar yer alır. Ayrıca, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ve belediyelere kayyım atanması gibi olağanüstü hal dönemini aşan ve kalıcılaşan pratiklerin, anayasayı, uluslararası hukuku ve insan haklarını doğrudan ihlal ettiği vurgulanır.2 Bu uygulamaların toplumda giderek bir “korku ortamı” yarattığı ve bu durumun hem iç barışa hem de ülkenin uluslararası saygınlığına zarar verdiği ifade edilir.

Bu kapsamlı eleştirilerin ardından, “Adalet Çağrısı” bir dizi somut ve radikal reform önerisi sunar. Bu öneriler, sadece mevcut durumu düzeltmeyi değil, aynı zamanda hukuk devletini yeniden ve daha sağlam temeller üzerine inşa etmeyi hedefler:

  1. Yapısal Reformlar: Kuvvetler ayrılığı ilkesine yeniden işlerlik kazandırılması ve devlet organları arasında denge ve denetim mekanizmalarının kurulması ilk ve en temel adım olarak belirtilir.2
  2. Yargı Reformu: Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını güvence altına alacak köklü bir reformun kaçınılmaz olduğu vurgulanır. Bu bağlamda, tekelci ve keyfi kararlara yol açtığı iddia edilen “sulh ceza hakimliği” sisteminin kaldırılması ve yetkilerinin genel mahkemelere devredilmesi önerilir.2
  3. Keyfi Uygulamaların Sonlandırılması: KHK ve kayyım atamaları gibi uygulamalara son verilmesi, anayasal toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik orantısız müdahalelerden kaçınılması talep edilir.2
  4. Cezaevi Koşulları ve Af Talebi: Cezaevlerindeki koşulların iyileştirilmesi, hasta ve yaşlı tutukluların tahliye edilmesi istenir. Metnin en dikkat çekici ve siyasi olarak en cüretkar önerisi ise, “kadınlara ve çocuklara karşı işlenmiş cinsel suçlar, cana ve mala kast içeren şiddet suçları ile uyuşturucu ticareti dışta tutulmak kaydıyla” bir “kısmi genel af” çıkarılmasıdır. Bu af kapsamında, “bireylere karşı suç işlememiş tüm siyasi tutuklu ve hükümlülerin ivedilikle serbest bırakılması” talep edilmektedir.2

Bu af talebi, bildirinin en keskin ve politik olarak en meydan okuyucu noktasıdır. Soyut sistem eleştirisini, somut ve acil bir eylem çağrısına dönüştürür. Gazetecilerin, akademisyenlerin, sivil toplum aktivistlerinin ve özellikle Kürt siyasetçiler gibi siyasi nedenlerle tutuklu bulunan binlerce kişinin durumunu doğrudan gündeme getirir. Bu talep, hükümetin güvenlik odaklı politikalarına ve terörle mücadele adı altında yürüttüğü yargısal süreçlere doğrudan bir meydan okumadır. Platform, bu öneriyle, gerçek bir “barış” ve “adalet” için atılması gereken ilk adımın, düşünce ve siyaset suçlularının özgürlüğüne kavuşması olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu, aynı zamanda, platformun samimiyetini ve kararlılığını ölçmek için bir turnusol kağıdı işlevi görmektedir.

Demokrasi Platformu: Yükselen Bir Siyasi Güç mü, Ahlaki Bir Duruş mu?

Demokrasi Platformu’nun kimliği ve niteliği, bu girişimin gelecekteki potansiyelini anlamak için kritik bir konudur. Mevcut veriler incelendiğinde, “Demokrasi Platformu” isminin Türkiye’nin sivil toplum ve akademi tarihinde daha önce farklı oluşumlar tarafından kullanıldığı görülmektedir. Örneğin, 2005 yılından bu yana yayın yapan hakemli bir akademik dergi 18 ve geçmişte işçi hakları odaklı sivil toplum girişimleri bu ismi taşımıştır.19 Ayrıca, Demokraside Birlik Vakfı tarafından 2018’de “Tam Demokrasi Platformu” adıyla başka bir proje başlatılmıştır.20 Bu durum, mevcut platformun, bu isim altında faaliyet gösteren yeni ve özgün bir koalisyon olduğunu düşündürmektedir. Medya haberleri de bu oluşumu, “eski bakanlar, milletvekilleri, akademisyenler ve hukukçulardan oluşan” ve bu bildirileri yayımlamak üzere bir araya gelen bir grup olarak tanımlamaktadır.3 Eski Bakan Hüseyin Çelik’in “Adalet Çağrısı”nı sosyal medya hesabından “Demokrasi Platformu’nda yayınladığımız” ifadesiyle paylaşması, bu ismin grup tarafından bilinçli olarak benimsendiğini teyit etmektedir.2

Bu ismin seçimi, stratejik bir siyasi markalaşma hamlesi olarak okunabilir. Yeni bir siyasi hareket, genellikle kendini diğerlerinden ayıran özgün ve akılda kalıcı bir isim seçer. Ancak bu grup, “Demokrasi Platformu” gibi genel ve tarihsel bir yankısı olan bir ismi tercih ederek, kendini yeni bir parti kurma arayışında olan bir yapı olarak değil, partiler üstü, sivil ve demokratik bir mücadele geleneğinin devamı olarak konumlandırmaktadır. Bu isim, onlara dar bir siyasi kimlik yerine, “ulusun vicdanı” veya endişeli vatandaşların buluştuğu tarafsız bir zemin olma iddiası kazandırmaktadır.

“Platform” kelimesinin kendisi de bu stratejiyi destekler niteliktedir. Platformlar, genellikle siyasi partiler gibi hiyerarşik ve kalıcı yapılar yerine, belirli bir amaç etrafında bir araya gelen, daha esnek, gevşek ve geçici koalisyonları ifade eder.19 Bu yapısal belirsizlik, aslında stratejik bir avantajdır. Gruba, resmi bir örgütlenmenin getireceği bürokratik yükler ve siyasi riskler olmaksızın, etkili isimleri bir araya getirme, ortak bir söylem geliştirme ve siyasi atmosferi test etme imkanı tanır. Bu, bir nevi “siyaset öncesi” bir oluşumdur; ortak bir gündem etrafında bir güç birikimi sağlayan güvenli bir liman işlevi görür.

Dolayısıyla, Demokrasi Platformu’nun mevcut haliyle, yakın gelecekte bir siyasi partiye dönüşme hedefi taşıyan bir hareketten çok, ahlaki ve entelektüel bir duruş sergileyen bir baskı grubu veya bir “akil insanlar” heyeti olarak tasarlandığı söylenebilir. Temel amacı, kamuoyu gündemini etkilemek, iktidar üzerinde bir reform baskısı oluşturmak ve ülkenin gidişatına dair bir uyarıda bulunmaktır. Ancak, bu tür platformların geleceği, büyük ölçüde ortaya koydukları metinlerin siyasi alanda yaratacağı yankıya ve alacağı tepkiye bağlıdır. Eğer çağrıları geniş bir toplumsal karşılık bulur ve siyasi denklemde bir boşluğu doldurduğu görülürse, daha yapısal ve kalıcı bir forma evrilme potansiyeli her zaman mevcuttur. Aksi takdirde, Türkiye’nin siyasi tarihinde yerini almış, önemli ancak konjonktürel bir müdahale olarak kalabilir. Şu anki haliyle platform, bir güç arayışından çok, bir ilke ve değerler manifestosu sunmaktadır.

Bağlam ve Yankı: Çağrıyı Türkiye’nin Siyasi Manzarasına Yerleştirmek

Demokrasi Platformu’nun “Barış” ve “Adalet” çağrılarını tam olarak anlayabilmek için, bu bildirilerin yayımlandığı dönemin siyasi bağlamını ve Türkiye’deki benzer sivil toplum girişimlerinin tarihsel arka planını göz önünde bulundurmak zorunludur. Bildirilerin zamanlaması, Türkiye’de siyasi atmosferde bir “normalleşme” veya “yumuşama” tartışmalarının yapıldığı, ancak aynı zamanda Kürt sorununun çözümüne yönelik demokratik ve barışçıl yöntemlerin de hararetle gündemde olduğu bir döneme denk gelmektedir.21 Bu bağlamda, platformun çağrısı, bu tartışmalara üst düzey ve tecrübeli isimler tarafından yapılmış nitelikli bir katkı olarak okunabilir.

1 Eylül Dünya Barış Günü’nün seçilmesi de son derece anlamlıdır. Türkiye’de 1 Eylül, İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan Almanya’nın Polonya’yı işgalinin yıl dönümü olması nedeniyle, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler için geleneksel bir barış mitingleri ve savaş karşıtı gösteriler günü haline gelmiştir.22 Platform, çağrısını bu tarihsel ve sembolik günde yayımlayarak, mesajını daha geniş bir barış ve demokrasi mücadelesi geleneğinin içine yerleştirmekte ve bu geleneğe sahip çıkmaktadır.

Ancak Türkiye’de barış çağrısı yapmak, her zaman risksiz bir eylem olmamıştır. Bu noktada, Demokrasi Platformu’nun girişimini, 2016 yılında yayımlanan “Barış İçin Akademisyenler” bildirisinin akıbetiyle karşılaştırmak, platformun benimsediği stratejinin anlaşılması açısından aydınlatıcı olacaktır. “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlığını taşıyan akademisyenler bildirisi, devletin güvenlik operasyonlarını sert bir dille eleştirmiş ve bu durum, hükümetin çok sert bir tepkisiyle karşılaşmıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, imzacılar için “aydın müsveddeleri”, “karanlık” ve “ihanet içinde” gibi ağır ifadeler kullanmıştır.25 Bu siyasi hedef göstermenin ardından, yüzlerce akademisyen hakkında adli ve idari soruşturmalar açılmış, birçoğu görevlerinden ihraç edilmiş ve bu süreç, imzacılar için kolektif bir travmatik deneyime dönüşmüştür.27

Demokrasi Platformu’nun müdahalesi, hem üslup hem de imzacılarının profili açısından akademisyenlerin bildirisinden stratejik olarak farklılaşmaktadır. Bu farklılıkların, akademisyenlerin yaşadığı tecrübeden çıkarılmış dersler üzerine inşa edildiği düşünülebilir.

İlk olarak, dil ve üslup farkı belirgindir. Akademisyenlerin metni, devleti doğrudan “suç” işlemekle itham eden, son derece suçlayıcı ve cephe alıcı bir dille kaleme alınmıştı. Bu dil, hükümetin “terör propagandası” suçlamasıyla karşılık vermesini kolaylaştıran bir zemin sunmuştu. Buna karşılık, Demokrasi Platformu’nun metinleri, özellikle “Barış Çağrısı”, son derece yapıcı, vatansever ve devleti yıkıcı bir eleştiriye tabi tutmak yerine, onu “ıslah etmeye” yönelik bir çağrı dili kullanmaktadır. “Adalet Çağrısı”nda dahi en sert eleştiriler, “iktidarı ve muhalefetiyle tüm siyasi tarafları” hukukun üstünlüğüne bağlı kalmaya çağıran kapsayıcı bir ifadeyle son bulmaktadır.2 Bu, radikal bir protestocu duruşundan ziyade, tecrübeli bir devlet adamı veya bir “aksaçlı” uyarısı tonudur.

İkinci ve en önemli fark ise imzacılarının kimliğidir. Akademisyenler, devlet aygıtının “dışında” yer alan ve entelektüel eleştiri pozisyonundan konuşan aktörlerdi. Bu durum, onların “devlete yabancı”, “milletin değerlerinden kopuk” ve “dış güçlerin maşası” gibi yaftalarla hedef alınmasını kolaylaştırdı. Oysa Demokrasi Platformu’nun imzacıları, bizzat devletin ve iktidar partisinin kurucu ve yönetici kadrolarında yer almış isimlerdir. Kendi kurdukları veya uzun yıllar hizmet ettikleri bir yapının geleceği için endişelerini dile getiren “eski ev sahipleri” konumundadırlar. Bu durum, hükümetin bu isimleri akademisyenlere yönelttiği gibi “terörist destekçisi” veya “vatan haini” olarak yaftalamasını siyaseten çok daha zor ve maliyetli hale getirmektedir.

Sonuç olarak, Demokrasi Platformu, mesajını ve kimliğini, önceki barış girişimlerinin karşılaştığı tuzaklardan kaçınacak şekilde dikkatle kurgulamış görünmektedir. Doğrudan cepheleşme yerine “yapıcı eleştiri” ve “sadık muhalefet” yolunu seçerek, mesajlarının içeriğine odaklanılmasını sağlamayı ve muhataplarını daha esaslı bir tartışmaya zorlamayı hedeflemektedirler. Bu strateji, “Adalet Çağrısı”nda tarif edilen “korku ortamı” içinde seslerini duyurabilmek için geliştirilmiş bilinçli bir taktik olarak değerlendirilebilir.2

Türkiye’nin Demokratik Yörüngesi İçin Çıkarımlar

Demokrasi Platformu’nun “Barış Çağrısı” ve onun temelini oluşturan “Adalet Çağrısı”, Türkiye’nin mevcut siyasi ve toplumsal durumuna dair çok katmanlı bir analiz sunmakta ve ülkenin gelecekteki demokratik yörüngesi açısından önemli çıkarımlar barındırmaktadır. Bu girişim, anlık bir tepki olmanın ötesinde, derin yapısal sorunlara işaret eden, tecrübeli ve saygın isimler tarafından dile getirilmiş kapsamlı bir uyarı niteliğindedir. Raporun bu sonuç bölümü, analiz edilen bulguları sentezleyerek bu müdahalenin potansiyel etkilerini ve uzun vadeli önemini değerlendirmeyi amaçlamaktadır.

Sentezlenen temel bulgular şunlardır:

  1. İki Aşamalı Strateji: “Barış Çağrısı”, daha geniş kitlelere ulaşmayı hedefleyen sembolik ve kamusal bir yüz iken, asıl entelektüel ve siyasi ağırlık, “Adalet Çağrısı”nda ortaya konan sistemik hukuk devleti eleştirisinde yatmaktadır. Barış, adaletin bir sonucu ve ön koşulu olarak konumlandırılmıştır.
  2. “İçeriden” Eleştirinin Gücü: Girişimin en ayırt edici özelliği, AK Parti’nin kurucuları, eski bakanlar ve eski Anayasa Mahkemesi başkanı gibi devletin zirvesinde görev yapmış isimlerden oluşan benzersiz koalisyondur. Bu durum, eleştirilere olağanüstü bir ağırlık ve meşruiyet katmaktadır.
  3. Hesaplanmış Bir Söylem: Platformun dili, önceki sivil toplum girişimlerinin, özellikle de Barış İçin Akademisyenler bildirisinin karşılaştığı sert tepkilerden dersler çıkarılarak kurgulanmıştır. Suçlayıcı ve cephe alıcı bir dil yerine, yapıcı, vatansever ve birleştirici bir endişe dili benimsenmiştir.
  4. En Somut Meydan Okuma: Tüm yapısal eleştirilerin ve reform önerilerinin içinde, “bireylere karşı suç işlememiş tüm siyasi tutuklu ve hükümlülerin” serbest bırakılmasını içeren kısmi af talebi, bildirilerin en somut, en cüretkar ve en doğrudan siyasi meydan okumasıdır.

Bu bulgular ışığında, platformun müdahalesinin geleceğe yönelik potansiyel etkileri birkaç başlık altında değerlendirilebilir:

  • Yeni Bir Siyasi Merkez Potansiyeli: Bu platform, mevcut iktidar ve muhalefet blokları arasında sıkışmış hisseden, hayal kırıklığına uğramış muhafazakar, merkez sağ ve liberal seçmenler için yeni bir çekim merkezi oluşturma potansiyeli taşıyor mu? Hukukun üstünlüğü, liyakat ve temel haklar gibi partiler üstü ilkeler etrafında şekillenen bu söylem, kutuplaşmış siyasetten yorulan kesimler için bir alternatif sunabilir. Platformun bir siyasi harekete dönüşüp dönüşmeyeceği belirsiz olsa da, en azından böyle bir siyasi alanın varlığına ve ihtiyacına işaret etmektedir.
  • İktidar Partisi Üzerindeki Etkisi: Bu “kurucuların isyanı”, AK Parti tabanında ve teşkilatlarında bir yankı bulabilir mi? Partinin kuruluş ilkelerinden uzaklaştığı yönündeki bu güçlü eleştiri, özellikle partinin vicdanlı ve ilkeli kesimlerinde bir sorgulamaya yol açabilir. Bu durum, iktidar bloku içinde, aleni olmasa bile, iç tartışmaları ve fikir ayrılıklarını tetikleme potansiyeline sahiptir.
  • Siyasi “Normalleşme” İçin Bir Test: Hükümetin bu çağrıya vereceği yanıt, ülkedeki siyasi iklimin geleceği açısından önemli bir gösterge olacaktır. Sert bir bastırma ve yaftalama politikası, kutuplaşma siyasetinin devam edeceğinin bir işareti olurken; diyalog kurma (ne kadar düşük bir ihtimal olsa da) veya sessiz kalarak görmezden gelme gibi daha mutedîl bir tepki, siyasi atmosferde bir değişimin habercisi olabilir. Bu çağrı, iktidarın eleştiriye ne kadar tahammülü olduğunu test eden bir turnusol kağıdı niteliğindedir.

Nihayetinde, Demokrasi Platformu’nun bu çıkışının nihai önemi, tarihsel bağlam içinde değerlendirilecektir. Bu girişim, Türkiye’de siyasi bir yeniden yapılanmanın başlangıç kıvılcımı mı olacak, yoksa bir zamanlar inşa edilmesine ve yönetilmesine yardım ettikleri kurumların aşınmasına tanıklık eden bir nesil siyasetçinin onurlu ama son bir ahlaki duruşu olarak mı kalacak? Bu sorunun cevabı, yalnızca platformun kendisinin atacağı adımlara değil, aynı zamanda Türkiye toplumunun ve siyasi aktörlerinin bu samimi adalet ve barış çağrısına nasıl karşılık vereceğine bağlıdır. Her halükarda, bu bildiriler, Türkiye’nin demokrasi mücadelesi tarihinde önemli bir referans noktası olarak yerini almıştır.

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.