Ajans News Haber

Cihat TOPRAK: Padişah Kapısı,Taşlarda Saklı Fermanlar
121 Okundu
16 Eylül 2025 - 18:26

Diyarbakır’ın taş duvarları, üzerine yazılmış bin yıllık bir hikâyeyi gövdesinde taşır. Bu hikâyenin en mahrem satırlarından biri de kuzeydeki Dağkapı — eskilerin Harput Kapı’sı, Osmanlı kaynaklarının “Padişah Kapısı” olarak anladığı geçittir. Sıradan bir kapı değildir burası; gelenleri karşılayan, fermanların okunduğu, kentin simgesel belleğinin sahneye çıktığı bir mekân. Bugün baktığımızda ise yalnızca taşlarla örülü bir yapı değil: geçmiş ile bugün, koruma ile ihmal, turizm vaadi ile yerel yaşam arasındaki gerilimin merkezi.

Kapı bir tarih kitabıdır — ama sözcükleri taşlara kazınmıştır. Üzerindeki kitabeler, farklı dönemlerin eliyle yapılan onarımların ve birbiriyle çatışan estetiklerin izini taşır; Roma, Bizans, İslamî dönemler bir arada konuşur burada. Osmanlı döneminde padişahların ve üst düzey görevlilerin karşılandığı törenlerin merkezi olması, Dağkapı’yı sadece fiziksel bir geçiş değil, aynı zamanda iktidar ve temsil mekanizmasının da simgesi yapmıştır. Bir padişah geçtiğinde şehir soluklanmış, ferman okunduğunda meydan susup o söze kulak vermiştir.

Ancak tarih yalnızca geçmişe ait bir kudret gösterisi değildir; bugünün kararlarıyla şekillenen bir sorumluluktur. 20. yüzyıl müdahaleleri, kent içi dönüşümler ve aceleci restorasyonlar, kapının özgün yüzünü zaman zaman örttü. Son yıllarda yapılan onarımlar umut verici olsa da, gerçek koruma yalnızca taşların onarılmasıyla bitmez. Koruma; kitabelerin bilimsel belgelenmesi, kentin hafızasını canlı tutacak anlatıların desteklenmesi, yerel halkın katılımıyla yürütülen bir süreç olmalıdır. Yoksa restorasyonlar, turistik bir vitrine dönüşüp, gerçek insanların mekânla kurduğu ilişkiyi silip atabilir.

Dağkapı’nın bir başka işlevi de kamusal hafıza taşımaktır. Fermanların okunduğu meydan, aslında toplumun ortak vicdanının da alanıdır: kararların, sevinçlerin, yasların ve protestoların geçtiği bir boşluktur. Bu işlevi yitirdiğinde, şehir sadece eski bir dekor gibi kalır; yaşayan bir organizma olmaktan çıkıp müze raflarındaki bir obje haline gelir. Oysa kentlerin yaşaması, tarihle yaşayan bir diyaloğun sürmesinden geçer.

Peki ne yapılmalı? Kısa cevap: Daha sistemli, daha şeffaf ve daha katılımcı bir koruma politikası. Uzun cevabı ise birkaç başlıkta özetlenebilir:

  1. Kitabelerin ve belgelerin bilimsel envanteri: Taş üzerindeki yazıların, sembollerin, onarım izlerinin eksiksiz dökümü yapılmalı; tercümeler ve kritik notlarla birlikte kamuoyuna açılmalı. Bu, hem akademik çalışmaya hem de halkın tarihi anlamasına hizmet eder.
  2. Restorasyon ilkelerinin netleştirilmesi: Orijinal malzeme ve inşa tekniğine saygı gösterilmeli; modern müdahaleler geri dönüşümlü ve belgelenebilir olmalı. “Estetik düzeltme” adına özgünlüğü yok eden uygulamalardan kaçınılmalı.
  3. Yerel toplumun sürece dahil edilmesi: Kapı sadece uzmanların koruduğu bir eser değil, çevresinde yaşayanların günlük yaşamının bir parçası. Restorasyon ve işletme kararlarında bu insanların görüşü alınmalı; ekonomik fayda adil paylaşılmalı.
  4. Ziyaretçi yönetimi ve sürdürülebilir turizm: Aşırı ticarileşme veya denetimsiz ziyaretçi akışı, yapıya zarar verebilir. Ziyaretçi sayıları, rehberlik ve bilgilendirme programları ile dengelenmeli.
  5. Eğitim ve kültürel programlar: Meydan, sadece fotoğraf noktası olmaktan çıkarılıp öyküler, okumal ar, gençlik programlarıyla kentin yaşayan kültürüne dönüştürülmeli.

Bunlar hayata geçirildiğinde ortaya çıkacak sonuçlar basit değildir: Korunan bir Padişah Kapısı, yalnızca turist çekmez; kentin kendine güvenini, gençlerin tarih bilincini, lokal ekonominin sürdürülebilir büyümesini ve en önemlisi, bir toplumun geçmişiyle barışmasını sağlar. Tersi durumda ise kısa vadeli çıkarların peşinden gidilerek, varoluşun en temel damarlarından biri kesilebilir — geri dönüşü zor bir yitimle karşı karşıya kalırız.

Dağkapı bana hep şehirlerin iki yüzünü düşündürür: Biri görkemli ve temsili yüz — törenlerin, güç gösterilerinin mekânı; diğeri ise gündelik yaşamın sürtüşmesiyle şekillenen, daha çıplak ve samimi yüz. İyi yönetildiğinde bu iki yüz birbirini tamamlar; kötü yönetildiğinde ise aradaki denge bozulur ve tarih, bir anıtın soğuk gölgesine sıkışır.

Padişah Kapısı yalnızca taş ve kitabe değildir; bir kent hafızasıdır, bir toplumun sürekliliğinin işaretidir. Onu korumak, sadece geçmişe saygı değil, geleceğe duyulan bir borçtur. Diyarbakır bunun farkına vardıkça, surların üzerindeki gölgeler daha anlamlı düşecek ve kapı bir kez daha sadece geçiş değil, bir buluşma yeri olacaktır.

Cihat TOPRAK

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.